the life of a dance

in #photography6 years ago

Screenshot_20180116-113300.jpg

Yıl 1994, mevsim sonbahar. Kasvetli siyasal ve sanatsal bir atmosferin içinde, biz bir grup sanat yolcuları olarak kendimize ve yapmak istediğimiz "ruhun zaferi olan sanata" dair bir yol açmak istiyoruz. Yolumuz dumanlı, puslu ve sisli; hem içeriden hem de dışarıdan... Gerçek bir sanat arayışçısı olan Sarya'yı anlatırken bu yazıda, burada hiç değinmek istemediğim çeşitli sebeplerden dolayı 1991 yılında tiyatro çalışmalarımıza başladığımız Mezopotamya Kültür Merkezi'nde (MKM) değil de KAYY-DER'de bu yolu açmanın çabasındaydık. Demir gibi soğuk bir yalnızlığın içinde, yaşama dair sımsıcak yeni bir başlangıç yapmak istiyorduk. Zemin asma bir katın merdivenlerinin altında üstü sac bir kapakla kapalı, merdivenlerinden bir kişinin zorlukla inebileceği on iki metrekarelik bodrum zeminde toplanmıştık. Öyle ya, Shakespeare "dünya bir sahnedir" dememiş miydi? On iki metrekarelik de olsa bu zemin, sonuçta dünyanın bir parçası ve tiyatromuzun da bir sahnesiydi. Havasız, alçak tavanlı bu zeminde, bir yaşam tarlası olan hayata yeni tohumlar ekmek istiyorduk. Hayatla daha doğru buluşarak sanatın daha iyi bir yolcusu, öğrencisi olmak çabası bize büyük bir heyecan ve yaşam gücü veriyordu. Tiyatronun perdelerini açtığı bu sonbahar mevsiminde biz de perdelerimizi açmak istiyorduk. Kapalı kalsın istemiyorduk tiyatromuzun perdeleri çünkü kapalı olan hiçbir şeyi sevmiyorduk. Tüm perdeler açılmalı ve karanlık olan ne varsa kendi ışığını yaratarak onunla yeniden buluşmalıydı. Biz de kendi ışığımızla buluşmak istiyorduk yeniden.
Önce sağlam bir konu bulmalıydık, sonra olaylar örgüsünü sağlam örmeliydik. Konu bizi, mücadelemizi, halkımızı anlatmalıydı. Halkımızın özgürlük değerlerinin yanında, çıkmazlarımızı ve bin yılların köhnemiş sosyal yapısına da bir balyoz gibi inmeliydi. Zaten tarih boyunca ne çektiysek bu köhnemiş yanımızdan çekmemiş miydik? Bütün bunları da ancak sağlam bir karakter yaratarak verebilirdik seyircimize.
Oyunumuzun adı da ideallerimiz kadar güçlü olmalıydı; öyle de oldu: "Govenda Hilo/ SARYA" (Kartalın Dansı/ SARYA).
Gündüzleri on metre karelik bodrum zeminde, geceleri de farklı evlerde büyük bir heyecan ve inançla yolumuza devam ettik. Konu, konunun önermesi, olayları dizisi, bu olayların içinde yer alacak oyun kişileri hepsini inceden inceye tartışarak belirledik. Uzun ve yoğun bir çalışmanın ardından oyunumuzu rejiye hazır hale getirdik. Aynı süreçte oyunumuzu birlikte sahneleyeceğimiz ekibi de hazır hale getirdik. Sıkıntılı bir dönemin içindeydik ve üstümüze kapatılmış kapıları tıpkı tiyatromuzun perdeleri gibi ancak tiyatro yaratımlarıyla açabilirdik.
Rejiye hazır hale getirdiğimiz Govenda Hilo/ SARYA oyunumuzun kahramanı lal bir kadındı. Adı Sarya'ydı. Sarya, altın sarısı saçlarıyla bütün yıldızları yüzünde toplamış dans eden genç ve güzel bir kadındı. Tıpkı Nursen İnce gibi. Onu güzel kılan, dansı bir dil gibi akıcı kullanmasıydı. Sarya, kendisine sorulan sorulara dansıyla cevap verir ve dansıyla sorular sorardı. Dans onun yaşamı, dans onun dili, dans onu hep var eden içindeki tanrısal gücüydü. Dans olmadan o var olamazdı. Danssız o bir ölüydü.
Bir silah kaçakçısı tarafından eşi vurulduktan sonra, eşinin büyük kardeşiyle evlendirilmek istenen Sarya buna karşı çıkar. Ama töreler baskın gelir ve zorla adama verilir. Dansı yasaklanır, karalar bağlar kahramanımız olan lal kadın. Oysa bu lal kadının yüzü hep dağlara dönüktür. Bir tek dağın kendisini anlayabileceğini düşünmektedir. Bir tek orada kendini büyük var edebileceğini içinde yaşamaktadır.
Rol dağılımı yapıldığında adı Sarya olan bu lal kadını en iyi kim oynayabilir diye küçük bir tartışma yürüttük. Rolün birkaç adayı çıktı ama hiçbiri de kafamdaki bu lal kadın değildi. Birden Nursen İnce aklıma geldi. Nursen İnce, MKM'de birlikte çalıştığımız arkadaşımızdı. O halk dansları bölümünde, biz de tiyatro bölümünde çalışıyorduk. 1994'te burada anlatmak istemediğim çokça sebeplerden dolayı o da bizler gibi MKM'nin dışındaydı. Biz KAYY-DER'e o da gazetenin muhasebe departmanı bölümünde muhasebeci yardımcısı olarak çalışıyordu. Aradım.

  • Nursen arkadaş, yarın KAYY-DER'e gelebilir misin? Bir oyun projemiz var, senin de yer almanı istiyoruz.
  • Ama benim Kürtçem zayıf, bir de oyuncu değilim. Nasıl olacak?
  • Olsun, sen hele bir gel. Eğer kabul edersen, zaten oyunda repliklerin olmayacak, dans eden lal bir kadını oynayacaksın.
  • Olur, gelirim. Ama bilirsin, Taşdelen'de oturuyorum, evimiz Kadıköy'e çok uzak.
  • Dediğim gibi sen hele bir gel, bir yolunu buluruz.
  • Olur.
    Ertesi günü KAYY-DER'e geldiğinde yüzünde büyük bir heyecan ve coşku vardı. Önce oradaki bütün arkadaşlarla tanıştırdık ve büyük bir sıcaklıkla karşıladılar onu. Öğlen vaktiydi. Hepimiz acıkmıştık. Küçük bir tavada kızarttığımız yumurtaları masaya bırakarak etrafına kümelendik. Aynı tavada birlikte, bir arada yemek yedik. O gün öyle bir arada olmak, aynı sofrada, aynı kapta ekmeğimizi paylaşmak beni çok etkilemiş ve sonrasında da hep etkiledi. Daha sonra masanın etrafına toplanarak oyunu ve özellikle oyundaki Sarya karakterini anlatmaya başladık. Biz anlattıkça o daha iyi anlamak için sorular soruyor, biz de cevaplar oluşturmaya çalışıyorduk. Bu soru ve cevap akışında biz de oyunu yeniden analiz ediyor ve daha iyi anlıyorduk. Sanki oyunun dramaturjisini onunla birlikte yeniden yapıyorduk.
  • Bak oyunda lal bir kadın var, adı Sarya. Dansıyla sorular sorar ve dansıyla da cevaplar verir. Senin bu kadını oynamanı istiyoruz.
  • Olur, oynarım, şimdiden içimde sevdim bu kadını. Bir tek sıkıntı var, o da akşamları çalışmalar geç biteceği için tek başıma eve gitmek problem olabilir, çünkü evimiz şehir dışında ve çok uzak.
  • Hallederiz, diyoruz ve o gün vedalaşıyoruz.
    Ertesi gün biz erkenden provanın hazırlıklarına başladık, akşam Nursen'in gelişiyle de prova dedik. Bodrumdaki zemin yetmediğinden, dans sahnelerini kimi evlerin salonlarında çalıştık. Uzun ve zahmetli bir çalışmanın ardından oyunumuzun prömiyerini gerçekleştirdik. Prova süreci boyunca, oyunculuk eğitiminde geçmediği halde Sarya karakteri ve sahne ile en iyi buluşanımız Nursen İnce'ydi. Sanki Sarya karakteri onun için yazılmıştı. Karakteri kendi iç dünyasında, kendini de karakterin iç dünyasında yeniden kuruyordu. Bu oyun onun için bir ilkin başlangıcı gibiydi ve öyle de oldu.
    O dağlara çıkmadan önce Sarya oldu. O dağlara çıkmadan önce yaşamın bir süvarisi oldu. Kentler ve kentlerdeki sahneler ona dar gelmiş olsa gerek Sarya'yı ve dansını sırtına alarak yüzü hep dönük olduğu dağlara doğru yol almaya başladı. Sonradan gördük ki dağlar da onu çok sevmiş. Dansıyla dağlara başka bir hava katmış, dansıyla Zap suyuyla derin dostluklar kurmuş.
    Sarya/Nursen İnce, sadece Kürt tiyatrosu için değil, dünya tiyatrosu için de özel bir noktada durmaktadır. Başka bir örneği daha yoktur ki bir oyuncu sahnede canlandırdığı karakteri hayat sahnesinde olduğu gibi yaşayarak oynasın. Sarya karakteri dağlara özlem duyuyordu; orada olmak, orada yeniden var olmak ve var etmek istiyordu hayatı. Sarya'yı canlandıran Nursen İnce, Sarya'nın düşlerini, düşüncelerini, hayallerini, istek ve arzularını sırtlayıp dağlara yürüdü ve en büyük sahne olan dağlarda yaşayarak onu yeniden var etti. Bunun içindir ki hem Kürt, hem de dünya tiyatrosundaki yeri bambaşka ve kendine özgüdür.
  • Nursen İnce, 15 Şubat 1975'te Kars'ın Arpaçay ilçesine bağlı Çarçı köyünde doğar. Beş kardeşin üçüncüsü olan İnce, üç yaşındayken babasının tayini üzerine ailesiyle Burdur'a göç eder. 1988'de maddi sıkıntılar nedeniyle bu kez İstanbul'a göç ederler. Dolayısıyla ilk ve ortaokulu Burdur'da okuyan İnce, liseye İstanbul'da gider. 1992 sonlarına doğru MKM folklor biriminde çalışmaya başlar. Çalışmalarını 1994 sonlarına kadar MKM'de sürdürür, 1994-1995 arasında Özgür Ülke gazetesinde kültür-sanat sayfasında çalışır. 1995 Eylül ayında gerilla saflarına katılır. 8 Ekim 1997'de Mîros'da yaşamını yitirir.
Sort:  


Wow!😊😊
I really like the artwork that brings positive ideas closer to people
Must be supported...
Thank you for your wonderful work

we would like to thank you all for supporting us :)))))

Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
http://politikart1.blogspot.com/2011/10/kemal-orgun-bir-kz-varms-hep-dans-eden.html#!

we already know the story and the meaning of the picture that we did not write the story we just love the story