Zincirsiz

in #tr6 years ago

Köle olduğunuzu bir kez kabul etmeniz yeterli aslında...

Sistemin, alışkanlıkların, paranın, satın alabildiklerinizin köleliği...

Ezberlerin hüküm sürdüğü düşüncelerinizde, gücünüzün karşı koymaya yetmeyeceğinin, başaramayacağınızın sürekli kulağınıza fısıldandığı hayatınızda, kendinizi aşağılamanın tarifsiz mutluluğu ile yaşayıp köle olmaktan başka seçeneğinizin olmadığına inanmanız yeterli...

Köleler arasında birinci olmak için, bir çeşit primus inter pares yani, çırpındığınız bir hayatın sahte ışıltıları içinde lüks tüketimin sanal mutluluklarında ömrünüzü tüketmeye devam...

Kölelik kötü değil demeye başlarsınız belki bir süre sonra, sizin efendiniz en iyisidir çünkü...

Onun kötülüklerine engel olmayı hayal dâhi edemez, büyük sorumlulukla ! ortak olursunuz belki...

"Django Unchained" filmini bilirsiniz Quentin Tarantino'nun, kahya Stephen karakterini hatırlayalım örneğin...

IMG_2719.PNG

Stephan

Candyland'da yarattığı dünyasında kendini nasıl tariflediğini anlamaya çalışalım...

Primus inter pares...

Eşitler arasında birinci...

Tarihe bakalım isterseniz, yakın ve uzak... Ne çok örneğini bulabiliriz Stephen gibilerin?

1.Dünya Savaşı sırasında İngiltere'nin işgal ordularını büyük coşkuyla karşılayan bugünün Suriye, Irak,Mısır ve Arabistan yarımadası yerleşik halklarının gönüllü kabullenişi gibi...

Türk ordusunun vatan bilip, kutsal bilip savunduğu topraklarda, Türk ordusuna karşı demiryolu bombalamalarından suikastlere, Lawrence ya da Bell gibi ajanlarla gönüllü işbirliğine, General Allenby' nin Selahaddin Eyyubi kabrini tekmeleyip

" Yine geldik Selahhaddin!"

Cümlesinden rahatsız olmama haline kadar, izlerini sürebileceğiniz bir büyük kölelik özlemi...

Emperyal çakalların birbirleriyle dişe diş mücadele ettiği bu av partisinde semiz besili bir av olduğunu kabul etme perişanlığı...

İngilizlerin bitmek bilmez planlarının sonucu olarak kendilerine vaadedilen Suriye'nin mevcut şartlar gereği Fransa'ya terk edilmesi kararı karşılığında Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in oğlu, Emir Faysal'ın ağzından dökülen cümlelerdedir belki, şifresi:

" Ortaçağda bile kölelerin yeni sahiplerine satılmayı istedikleri sorulurdu, şimdi 20.yy'da böyle emrivaki olur mu?"

IMG_2718.PNG

Faysal

Siz bir kez köle olmayı seçmeye görün, değil orta çağ, ilk çağ şartlarında değerlendirilirsiniz...

Balfour deklarasyonunu coşkuyla okur, onaylarsınız..

Nedir bu deklarasyon ?

Bir mektuptur alt tarafı...

Balfour, Dışişleri Bakanı olarak 2 Kasım 1917'de E. Rothshild'e bir mektup gönderererek Birleşik Krallık Kraliçesi'nin Filistin sınırları içinde bir Yahudi devleti kurulmasına onay verdiğini, gereken desteği sağlayacağını belirtir.

Dünya Siyonist Teşkilatı'nın başkanı Haim Weizmann ile görüşüp, 1919 Paris Barış Konferansı kapsamında Filistin olarak anılan bölgede Yahudiler için bir yurt, Ortadoğu'nun diğer yerlerinde Arap devleti kurulması için İngiliz korumacılığında imzalar atarsınız Faysal gibi...

Attığınız o imza bugünün sorunlarında "karşı" taraf için en kuvvetli koz olmuş, kimin umurunda?

Köleliliğinizden utanmadan, babanız Şerif Hüseyin'in kutsal toprakları korumaya çalışan Türk ordusuna yaptığı kötülüklere yenilerini eklersiniz...

Çok kral adam derler size, Kral Faysal oluverirsiniz birden, kardeşinize Ürdün'ü bırakırlar, onu da kral yapıverirler, bağımsızlık türküleri düşmez ağzınızdan...

Bağımsızlık neden o mücevherin bedelsiz olmadığını bilmeden, koşarsınız efendilerinizin peşinden...

Ne din ne mezhep ne inanç ne yüksek herhangi bir ahlâki değeriniz kalmamıştır, insan kabuğunda yaşayan bakteri, mukus, mantar karışımı bir canlıya evrilirsiniz...

Size söz verilenlerin Suudlara da söz verildiğini sonra öğrenirsiniz, tarihin sayfalarında nasıl yer alacağınızı en baştan seçtiğiniz için artık yapacak pek bir şey de kalmamıştır, önünüze atılanlarla yetinirsiniz...

Milyonlarca insan sizin seçimleriniz, açgözlülüğünüz, köle olma hırsınız yüzünden perişan olmuştur, insan gibi yaşama hakkı nedir bilemeden toprağa dönüşmüştür...

Tek derdiniz para olmıştur artık, paranın satın alabildikleri...

Herkesi de öyle zannedersiniz...

Öyle midir acaba gerçekten?

Ali cengiz oyunlarıyla kafalarına balyozla vura vura fark ettirmeden köleleştirilmeye çalışılan bir büyük milletin genetik kodları, benliği, bağımsızlığa düşkün asil ruhu günün birinde uyanıverirse ne olur hiç merak etmezsiniz...

Sopalarla idare edilmeye çalışılan, evcilleştirildiği sanılan, dişleri, tırnakları çekilen bir vahşi kurt, ne kadar sadık bir köpek olabilir efendilerine?

Uyuşmuş, uyuşturulmuş, kabullenmiş kitlenin içinden bir Django çıkıvermez mi hiç?

Ödül avcılarıyla girdiği mücadele sonunda atına atlayıp aklındakini gerçekleştirmek için ilerlerken tahtalarla çevrili kafeslerinde kalakalan köleler ne yapar onun ardından?

Bekleşip dururlar mı yeni efendilerini?

Zincirlerini çözüp karışıverirler mi özgür dünyaya?

Arkasından ateş mi ederler Django'nun?

Hedefi tutturamayacaklarını bildikleri halde?

Beklentiye uygun davranma meselesi hani?!

Dediği gibi çakma kralın, orta çağda bile olmayan vahşilik sararken çevremizi, bir soluklanma iyi gelebilir hepimize...

Bir soluklanma molası; ortak sorunlara ortak tavır alabilme, kişisel çıkarları ortak çıkarlara değiştirme, kötülüklere karşı birlik olabilme içgdüsünü serbest bırakabilme iradesi...

Bu ülke çok büyük, çok güçlü, tahmin edeceğinizin de ötesinde hem de...

Bir devlet geleneğimiz var bizim, ara sıra sorunlar yaşasa da kendini, kendine ait olanı koruma içgüdüsü olan bir devlet...

Karamsarlığa, umutsuzluğa yer yok bu topraklarda, olmayanı olduranların mirasçılarıyız biz...

Herşeyden öte, tarih boyunca köle olmamış bir milletin parçalarıyız biz...

Kapatın kulaklarınızı arsız efendilerin çığlıklarına, siz tarihin gördüğü en büyük efendilerden birine kulak verin;

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Kaynaklar:
Kırmızı Çizgi, J. Barr,
Zeytindağı, F.R. Atay
Vd

Sort:  

Sevgili Asena,

Öncelikle şu sözde bir revizyona gidilmesi gerektiğini düşünüyorum;

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

ve "Muhtaç olduğun kudret, kafatasının içindeki et parçasında mevcuttr!" daha anlamlı olacaktır.

Artık, kan, din, vatan millet hamasi söylemleriyle ilerleyemeyeceğimizin farkına varılmalı. Aklımızı kullanırsak ve İnsani özelliklerimizle harmanlarsak ancak bir gelişme ve başarı kaydedebiliriz.


Ne din ne mezhep ne inanç ne yüksek herhangi bir ahlâki değeriniz kalmamıştır.

Zaten değil mi ki, eleştirdiğiniz kişiler bu ahlaki değerleri kullanıp insanları oyalayan.
Her insan kendi kutsalını, değerini belirlemelidir fakat devletler artık insanlara kutsal tanımını dayatmamalıdır ve sadece halklarının eğitimi ve düşünme sistemini geliştirmesine odaklanmalıdır. Kendi düşünmeyen toplumlar adına illaki birileri düşünür karar verir. Toplum da bir kutsala ait olmakla gururlanır. Kırmızı çizgileri eline verilmiş toplumlar gelişmemeye, dşünmemeye ve kolay yolu seçmeye mahkumdurlar.

Konu derinlemesine ama çok özet anlatmak istedim düşüncelerimi.

Son olarak, görev gereği Bağdatta bulunmuştum. Kaldığım otelin girişinde büyük bir tabela vardı ve mealen şöyle yazıyordu;

"Iraklı olmak büyük bir onurdur."

Saygılar.

Kıymetli yazar arkadaşım Tahir bey,
Öncelikle eleştirileriniz için teşekkür ediyorum, kavga etmeden görüşlerimizi paylaşıyor olmanın mutluluğu içerisindeyim.
Böylesine önemli bir konunun platformun sağladığı kısıtlı imkanlarla layıkıyla tartışalamayacağının farkındayım. Herhangi bir yanlış algılama olmaması için çok özet olarak şunları belirtmek isterim;
Yazımın ana eksenine hâkim olan duyguların geçmişten bugüne hamasetle harmanlanıp temsil ettikleri gerçek değerlerin içeriklerinin boşaltılmasının tabiri caizse suçlusu o değerler olmamalı kanımca..
Yorumuzda belirttiğiniz hususlara katılmamak elde değil elbette, insanların kendi inançları doğrultusunda yaşaması, kendilerini ifade edebilecek sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyine kavuşması ile mümkün olabilecek dilekler olduğunu düşünüyorum.
6 okun gerçek anlamı da bu aslında.. İnsanları dogmaların hakimiyetinden çıkarabilmek için tasarlanmış ancak birbirini takip eden uygulama hatalarıyla bugüne kadar ulaşmış olduklarını iddia edebiliriz sanırım..
Kırmızı çizgiler çekilmiş ancak bunların hemen hiçbiri ana meselenin ruhuna uygun olamamış aynı zamanda...
Kaybettiğimiz zamanı geri getirme şansımız yok belki, yeniden ama bu kez doğru kodlarla kazanma şansımız olabilir inancımı kaybetmiyorum ben..
Atatürk'ün Türk Milleti tanımı çerçevesinde, zor günlerden güçlenerek çıkma umudumu da koruyorum, herhangi bir ırk, etnisite, dini ya da başka aidiyetlere ihtiyaç duymadan sadece Türk Milleti diyebilmenin, Milli Mücadele ruhunun yani yanlışa karşı birlik olmanın en doğal ifadesi olarak görüyorum bu tanımı...
Bu tanımı yapabilir ve anlamını gerçekten içselleştirebilirsek meselenin yarısından çoğunu çözmüş oluyoruz kanımca...
Kapılara yazmışlar Irak'ta örneğin ama gurur duyulacak bir iş yapabilmek değil mi asıl mesele?
Bunlar benim görüşlerim, umarım derdimin birlik sağlayabilmek için kendimce geliştirdiğim bir kapsamda olduğunu ifade edebilmişimdir.
Yıllar boyunca birşeyciler olarak ayrıştırılmaktan yoruldum ben...Kaybetmek istemiyorum artık, bize verilen akılları kendilerine uygulamayan çifte standartlı efendilere karşı durmaya çalışıyorum...
Tarih felsefesi açısından bakmaya çalışıyorum, ne yapmamız gerekir sorusunun cevabını arıyorum birlikte...
Sizin yazdıklaınızı gerçekleştirebilecek bir toplum olabilmek için nereden başlamalıyız sorusunu soruyorum..
Sizce nereden başlamalıyız?

Değerli katkınız için bir kez daha teşekkür ediyor, sağlıklı günler diliyorum
Selamlarımla

Sizi anlıyorum. Dediğiniz gibi platform olarak imkanlar kısıtlı olsa da, küçük küçük görüşlerimizi karşılıklı konuşabilmek gerçekten güzel.


Gelelim sorunuza;

Sizce nereden başlamalıyız?

Tabii, bu soru için de derinlemesine bir tahlil gerekir. Bugün sevgili "Erkin Şahinöz"'ün attığı bir tweet de şöyle diyordu; "Çukurdan kurtulmak için önce kazmayı bırakmak lazım" Bizim çukur'u kazıdğımız şey neyse onu tespit etmeliyiz.

Bana kalırsa ilk maddelerden biri, demografik yapımızın incelenmesidir. Çok bariz bir şekilde farklı demografik popülasyon artışı oranlarımızda ciddi farklar var. Bunu nasıl bir dengeye oturtabiliriz ve bu konuda insanları bilinçlendirmek adına ne yapabiliriz'in peşinden koşmak lazım. Sonuçta popülasyon artışına oranla eğitim verebilme gücümüzün katlanması gerekiyor ve zıt demografilerde ters bir popülasyon artışımız söz konusu.

Sizinle aynı bakış açısında birçok arkadaşım var, onlarla da benzer tartışmaları yapıyoruz, kendimizce en doğrusunu aramaya çalışıyoruz, sanırım hepimizin ortak çıkış noktası doğruyu bulmak, bize ait olanı yaratmak ya da...
Konunun uzamasından rahatsız olmadığınız varsayımı ile hazır sizin gibi bir arkadaşımızı bulmuşken devam etmek isterim izninizle;

Evet, çok güzel bir yaklaşım:
"Çukurdan kurtulmak için önce kazmayı bırakmak lazım"

Nedir o çukurlar?
Sorusu geliyor akla hemen, herkesin kendince bir cevabı vardır elbette.. Benim genel anlamda gördüğüm en büyük çukur, ülke gündemine getirilen sanal sorunlar...
Aramızdaki uçurumları artıran, o uçurumların altlarına dikenler eken yaklaşımlar...
Tarihin sonu, medeniyetler çatışması, etnik farkındalıklar, kendi kaderini belirleme söylemi, ulus devletler geçmişte kaldı iddiaları...

Nedense bir tek biz ve bizden daha zor durumdaki ülkeler olduğunda akla gelen birtakım kültürel "haklar"...
Ekonomik gelişmişlik düzeyinin kültürel haklarla eş zamanlı olması gerektiğini görmezden gelme çabaları...

Merak ettiğim bir başka husus da; Avrupa'nın batısında özellikle, neredeyse zorla bir araya getirilen halklar ve hakları asla konu olmaz, büyük tepkiyle karşılanır, ulus devletlerin devamı istenirken bizde ısrarla ayrıştırma uygulanmaya çalışılır.
Belçika'da Valonlar ve Flamanlar, İspanya'da Katalanlar, Bask bölgesi, İrlanda dini ayrımın toplumsal etkileri malumunuzdur, Almanya'nın özünü oluşturan prensliklerin zorla yaratılan birliği vb.

Bizde ise, geçmiş dönemlerin kırmızı çizgilerinin ve diktelerinin öz değerlerimizi yıprattığına, yalan yanlış tercümesi ile bizi bizden uzaklaştırdığına inanıyorum ben...
Yaratılan kavram karmaşası içinde gerçek sorunlarımızı fark edemediğimizi de...
Siyasi partiler, programları, pek ulu davaları, isimlere indirgenerek halka sunulan sözde çözüm önerileri de cabası...

Demografik yapıya gelirsek, üzerine sosyolojik değerlendirmeler yapılmalıdır elbette, ancak ortaya çıkacak resimden birlik anlamında nasıl faydalanabiliriz, çok emin değilim, yine de tartışılmalı kanısındayım.
Bizi, hepimizi bir arada tutabilecek, farklılıklarımızı ezmeden, bizi aynılaştırmadan, aynı zamanda bir ortak değere bağlayacak bir formül ne olmalıdır?
Köle olmak istemiyorsak, zincirleri hangi felsefik alt yapıyla kurmalıyız?
Sorun da buradan başlıyor sanırım...

Son yorumum da aslında bahsettiğim özellikle eğitim sorunumuzdu. Ülkenin mevcut nüfusa kaliteli ve yeterli verecek eğitim gücü ve sistemi yok maalesef. Eğitim yetersiz olunca problemler ortaya çıkıyor. Bu da nüfus artışının kontrolsüzce olmasına dayanıyor. Demografik yapıdan kastımı ise biraz daha daraltabiliriz, mesela sosyo-ekonomik olarak.

Ülkede, çocuklarına eğitim imkanı sağlayabilecek kesim az çocuk sahibi olurken - ki bunun da temel dayanağı eğitimini verebileceğin kadar çocuk sahibi olmaktadır - çocukalrına eğitim imkanı veremeyecek bir çok kesim çok çocuk sahibi oluyor.

Yani ülke nüfusu gençleşirken, büyüyen nüfus daha kalitesiz ve yetersiz eğitimle büyüyorlar. Cehalet'i yüceltiyoruz bu şekilde. Bilmiyorum ama bir ülkenin en büyük sorunu eğiimdir diye düşünüyorum, bu sebeple oradan başlamak lazım. Eğitim de yetersiz kalıyorsak da nüfus artışımızı yavaşlatmamız lazım. Bu konuda insanları bilinçlendirebilmek lazım. Kimseye çocuk yapmayın denemez tabii ki ama insanlar bilinçlendirilebilir. Bu konuda bir çaba göstermek gerek ama biz aksini yaparak çukuru kazıyoruz sanki.


Merak ettiğim bir başka husus da; Avrupa'nın batısında özellikle, neredeyse zorla bir araya getirilen halklar ve hakları asla konu olmaz, büyük tepkiyle karşılanır, ulus devletlerin devamı istenirken bizde ısrarla ayrıştırma uygulanmaya çalışılır.

Bu konuyu açmışken ben de merak ettim, bu halklar ve haklarının söz konusu olmadığını neye dayanarak söylediğinizi merak ettim. Zira İlgili ülkelerde bu konular rahatlıkla tartışılıyor ve konuşuluyor. Bu sebeple dışarıya da koz vermemiş oluyorlar. Bu arada Basklar , Katalanlar Valonlar Flamanlar hep özerkler bildiğim kadarıyla.

Ayrıca, biz bir şeyleri doğru yapacaksak, Avrupa aynı konuda hatalı davranıyor diye doğrudan vazgeçmemiz gerektirmez. Mesele Avrupayı Amerikayı ya da Arapları örnek almak olmamalı. Mesele birlik içinde huzurlu yaşamanın peşindeysek eğer, içimizdeki tüm bireyleri ve toplulukları öncelikle söylem ve talep anlamında serbest bırakmalı, sonra da insani ve adil olan olan neyse onu bulmalı ve gözetmeliyiz.

Köle olmak istemiyorsak ne yapmalıyız?
Buradan alırsak tekrar, eğitimin çok önemli olduğunu düşünmeme rağmen tek başına yeterli olacağına inanmıyorum ben. Kemalist programın 6 ana başlıkta simgelenen toptan gelişmişlik hedeflerinin toplumun genelini kalkındırmak için örnek bir çözüm önerisi olduğunu, bugünün şartlarına uydurulabilmesi için kolaylıkla üzerinde çalışılabileceğini düşünüyorum.
Eğitim ülke çapında ücretsiz, bilimsel tabanlı, ihtiyaca uygun, sürekli planlama ile desteklenen özgür bir yapıda olmalıdır.
Tek derdi diploma almak, belirli okullara girebilmek olan, sonrasını umursamayan bir halk ve temelde planlama sevmeyen bir yapısı var eğitimin genel olarak.
Hiçkimse yapmak istediği işe zorlanmamalı, çalışarak, emek vererek üretmenin kutsal olduğunun hatırlatılması gerek bence. Hızlı ve çarpık şehirleşme, tarımdan kopuş, tüketim ekonomisine bağlılık, yüksek enerji girdilerine gerek kaynak gerek finansal anlamda alternatif geliştirememe, fırsat eşitsizlikleri, özendirilen hayat tarzları, herhangi bir ahlâki değere, inanca, kutsala bağlılığın yozlaştırıldığı, herşeyin paraya tahvil edilebildiği bir yerde en yüksek eğitim imkanları dâhi köleleşme yolunda yeni bir yol açmaktan öteye gidemeyecektir kanımca.
Köy Enstitüleri ve Halkevleri kuruluşunun arka planındaki düşünce neydi?
Köylünün eğitilmesi, farkındalıklarının artmasından kimler rahatsız oldu?
Menderes mi kapattı onları yoksa o daha göreve gelmeden başka birileri içlerini boşaltmaya başlamış mıydı zaten?
Toptan kalkınma planlaması ile her alanda bağımsızlık ışığında geliştirilecek eğitimden kültüre, sanattan spora tüm politikalar kurtuluş olabilir ancak..
Belirli bir ekonomik büyüklüğe ulaşmak için belirli büyüklükte bir nüfusa da sahip olmak gerekiyor, yapısı, yetişmişlik seviyesi, ekonomik çarklara uyumu gibi bileşenleri nüfusun katkısını belirliyor. Ama büyümek için nüfus da gerekiyor, iç piyasa önemli..

Halklar ve haklar özeline gelirsek, hakları var evet, Avrupa özelimde bakarsak; ulus devletlerinin kendilerine toplamda sağladığı sosyal devlet olmanın gereği genel hakları ile yapıları nedeniyle sahip oldukları haklar. Ancak bu haklar ulus devletten ayrılmayı teşvik etme üzerine kurulu değil, ayrılmak isteyen Kataların başlarına gelenleri izledik.. Belçika'da durum daha da açık aslında, ayrılmak istiyorlar çünkü hiç bir zaman bir olamadılar. ABD'de California ve Texas ayrılmak istiyoruz dediklerinde ne olacak ilgiyle izliyor olacağım diğer taraftan..
Federasyon ve özerk yapılar, doğaları gereği bir büyük oluşumun parçası kalamıyorlar, akademik yayınlardan takip ettiğim kadarıyla, sonunda ayrılmak istiyorlar. Ayrılsınlar denilebilir, bu durumda bir önceki durumdaki güçlerinde olamıyorlar, devletler küçüldükçe başkalarının etkisine giriyorlar, birer piyon oluyorlar tahtada.. Bağımsızlık hayal oluyor sonuç olarak...

Bizde ise durum öyle değil, biz aynı topraklarda yüzyıllardır aynı kaderi birlikte yaşıyoruz, her türlü kışkırtmaya rağmen birbirimizden ayrılmak istemiyoruz.
Sorunların konuşulması gerekir, sonuna kadar katılıyorum, ancak gündeme getirilen sorunlar gerçeklerden kopuk olduğunda itirazım var; asıl problem nedir? Daha önce de yazmıştım, kabası bitmemiş evin oda renklerini tartıştırıyorlar bize...
Bir türlü bitmeyen GAP projesini bitirsek örneğin, gettolarda kaybolup gidenleri toprak reformu ile iş sahibi yapsak, üreten, çalışan, ekonominin tam da içinde nüfus oluştursak nasıl olur?
Siz hiç duydunuz mu mesela, ekonomik alt yapıya yönelik bir söylem? Sefalet ve cehalet bitsin istiyoruz, insanları yurttaş yapabilmenin önündeki feodal düzene müdahale edemiyoruz. Hatta lafını dâhi edemiyoruz. Bu ağalık düzeni ekonominin hemen her yerinde izleri görülecek kadar belirgin değil mi? Vergisini veren yasalara uyan bir yurttaş olarak herhangi bir oluşuma dahil olmadan herhangi bir yerde söz sahibi olma şansımız var mı? Hiç oldu mu?
Yapılan gönüllü çalışmalar yeterli olmuyor, kanser hastasına Asprin verir oluyoruz en fazla...
Tartışalım evet, ama gerçekleri tartışalım...Sizin de söylediğiniz gibi düşünce ve ifade özgürlüğünü getirelim hepsinden öte.. Getirelim ki maskeler düşsün, derdi gerçekten memleket olanların seslerini duyalım, demokrasinin, birilerini ceylan derisi kaplı koltuklara göndermekten öte anlamını ortaya çıkaralım..

Selam ve sevgilerimle

Ben de kendi duygu ve düşüncelerimi şöyle belirtmek isterim;

Kul ve Köle olmayı hayatının tam ortasına yerleştirmiş (inandığı din gereği) insanların çoğunluğunu oluşturmuş bir toplum, yüzyılın lideri önderliğinde kurtuluş savaşını kazanıp bağımsızlığını ilan etse bile, bir zaman sonra demokrasinin olmazsa olmazı, nitelikli çoğunluğa sahip olamaması nedeniyle yine ve yeniden kulluğa ve köleliğe döner, sistemi de alt-üst ederek, elinizi kolunuzu bağlar...

Bu çevrim bu şekilde devam eder... Aynı sebeplerden yıkılıp, sonrasında başka isimle kurulan devletlere bakmamız yeterli...

Sayıları gün geçtikçe artan niteliksiz çoğunluğu, nitelikli hale getirmeyi başarır, yetki ve sorumluluk verdiklerimizi denetler hale gelirsek işte bu çevrimden kurtuluruz...

Bunu başarmak hiç de kolay değil...

Karamsar olmaya gerek yok, her zaman bir umut vardır!

Değerli paylaşımınız için teşekkürler...

Sevgili Cinelonga,
Değerli katkınız için çok teşekkür ederim öncelikle, görüşlerimiz paylaştıkça olgunlaşıyor, farklılık ya da benzerlikler arasında yeni sentezler yapma imkanımız oluyor..

Yüzyıllar boyu itilen, kakılan, insan yerine konmayan, yerini yurdunu herhangi sebeplerle terk etmek zorunda bırakılan bir millet bizimki...
Açlık, sefalet, yönetim boşlukları cehaletin kol gezmesi sonucunda oluşan büyük bir boşluk var geçmişte..
Kurtuluş Savaşı'nın ne denli zor şartlarda yapıldığını bilenlerden biri olarak söyleyebilirim ki bütün geri bırakılmışlığına rağmen büyük bir potansiyel barındırıyor bu millet...
Liderin gösterdiği yolu doğru anlamamış/kavrayamamış olanların, onun vefatını takiben sistemin içini el birliğiyle nasıl boşalttıklarını hayretle fark ettiğim için yazıyorum aslında...
Ana öznesi olduğu sistemin dışına atılan halkın, öne çıkan belirli grupların egemenliği altına alınmak istendiğini, tepeden bakan, küçümseyen aydın ve diğer ilgililerin elinde oyuncak haline getirildiğinin de farkındayım...
Burada bu platformda tartışılabilecek konular değil bunlar, ama asıl bunlar konuşulmalı kanımca...
Sizin yazdıklarınızı yapabilirsek bir çıkış çaremiz olabilir, birbirimize destek olarak, elinden tutarak, birlik olarak...
Güzel bir gelecek için elele çalışacağımız günler dileklerimle..
Selamlarımla