Toplumda çoğunluk çıldırdı, azınlık ise; şaşırdı. Herkes gibi ben de şaşırmış ve beklemedeyim. Evet, parayı şahsiyetinin önüne koyan herkes cinnet geçirdi. Herkes babasının ekmeğinden yer. Peki benim ekmeğim ve kazancımın kaynağı ne idi? Kazancımın kaynağı hırs dolu beklentiler... Aslında beklentilerimi çocuklar üzerinde yoğunlaştıracaktım. Kaynağı daima serin ve temiz kalacaktı. Ama olmadı. Çuval dolusu günahım oldu. Günahlarımla kendi hayatımın köprüsünden geçtim. Yıkanarak geçtim ama biraz geç olmuştu. Çünkü tüm benliğimle bir caba sarf etmemiştim. Belki de cabalarım; ihtiraslarım için sarf ettiğim caba kadar değildi. Daha doğrusu onların saadeti için daha fazla fedakarlık yapabilirdim. Ama yapamadım. Beni çıldırtan da zaten bu olmaktadır. Yalnız kalınca kendi boğazıma sarılacağım geliyor. Herhalde her babanın kaderidir bu. Bu kaderi hep yaşadım ve bu kaderi hep düşündüm. Bir elimde kalem, ötekinde müsvedde parçası bir kağıt ile... Kalemin kağıda çizdiği acıların en büyüğünde ben vardım. Benim: acıları kabul görmemiş mazi idi... Yine de mazimle birlikte tek desteğim gelecekten doğacak ümitlerim... Bu adam ümitleriyle çıkmaz sokaklarda yürümektedir. Bu sokak çıkmaz sokak mıydı yoksa sokak meçhule mi giderdi? Her şeye rağmen bu adam ümitlerine koşuyordu. Bazen korkusuz bir fikir işçisi bazen yorulmayan bir araştırmacı… Evet, her şeye rağmen ümitsizliğimi kalemimle yenmeye çalışan bir derbederdim... Çünkü hayatım romanların en tatsızıydı... Tatsız romanımda yalnız değildim. Yalnızlığımla cebelleşir iken ailemle birlikte diğerlerini de düşünüyordum. Diğerleri kim? Diğerleri dostlarla birlikte toplum idi. Kendi toplumumu düşünmediğim zaman hayatımda idamını bekleyen idam mahkumundan farkım yoktu. Farkımız, ben acıları sırtımda değil kafamda taşıyordum. Kafamda taşıdığım acılarla birlikte idamını mahkumla aynı kulvarda koşuyorduk. Aynı locada kalıyorduk. Kaldığım ile kalmadım. Locanın kapı deliğinden yalnız bıraktıklarımı gördüm. Gördüklerim bana acıyorlar mıydı, yoksa seviyorlar mıydı? Bilemedim ama hiçbir hücre, hiçbir hapishane koğuşu bu idam mahkumunun hayatındaki rezil oyunu sergileyemez. Ümitsizliğin gölgesinde doğacak ümitlerimi hep ülkem deyip ailem gibi beslemeye çalıştım. Orhan'ın babası ailesine bir bavul kitap ve bir kimlik bırakmış, benimse hala bana ait bir mesleği barındıran bir hüviyet yok. Hüviyetsiz baba olarak çocuklarıma yardımcı olamadım… Ama Allah biliyor ki çocuklarımın başında bulunmak için çok gayret sarf ettim. Ve her zaman sarf ettiğim gayret ancak taşıyabildiğim kadar idi. Taşıyabildiğim ile sevinç ve kederlerine elimden geldiği kadar hep katıldım. Hatta hayatımda benim görmediğim ama umut ettiğim bütün saadet payımı onlara devretmeye hazırım. Belki devredecek yazılarım kağıtlarda küflenerek kalacaktır. Küf kokacak ama ben de bu küflü satırları yazmaya soyundum bir kere. Bu küflü satırları çocuklarım ne yapacak? Acaba bir armağan olarak kabullenecekler mi? Kabul görmese de sevgiyle aileme koşuyorum. Koşarken, hep seviyorum. Seviyorum ama aileme karşı sevgim hep yarım kalıyor. Ya da koştuğum pist erken bitiyor. Ve yorulmadan sevgiyle yazdığım kitaplarım küflenerek kalıyor. Çünkü hayatım yarım idi. Sevgi ise; hayatımın yarısı gibi... Küflenerek sevgiye koşan satırlar tamamlanmış bir kitap olabilirdi. Evet belki de büyük bir yazar olamazdım. Ama seven ve sevgiyi araştıran yalnız büyük yazarlar mıydı? Ben de küflenmeyecek roman ve şiirler yazabilirdim. Yazdıklarımda ailemi kalbimin bahçesinde çiçeklerle gezdirebilir ve ellerine birer gül iliştirebilirdim. Zaman geçmiş mi? Hayır. Zaman geçmiş değil, muhakkak kucağımda çiçeklerle sevgili olacak çocukların kapılarını çalacağım. Kapılar açılmadı mı, tekmeleyecek ve gülleri kucaklarına dökeceğim.